Sosi Antikacıoğlu’yla “Zabel Yesayan: Yaşamı ve Eserleri” kitabı üzerine söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Sosi Antikacıoğlu ile Ermeni edebiyatının en önemli yazarlarından Zabel Yesayan hakkında kaleme aldığı "Zabel Yesayan: Yaşamı ve Eserleri" başlıklı monografisi hakkında konuştuk.

Fotoğraf: Uluslararası Kadın Yazarlar Forumu
Fotoğraf: Uluslararası Kadın Yazarlar Forumu
Sosi Antikacıoğlu ile "Zabel Yesayan: Yaşamı ve Eserleri" üzerine
 

Sosi Antikacıoğlu ile "Zabel Yesayan: Yaşamı ve Eserleri" üzerine

podcast servisi: iTunes / RSS

Meral Akkent: Merhaba Hikâyenin Her Hâli dinleyicileri. Ben Meral. Bugünkü programı sevgili Aylin Vartanyan ile birlikte yapıyoruz. Sosi Antikacıoğlu’nın Zabel Yesayan üzerine yazdığı yeni çıkan kitabı Zabel Yesayan: Yaşamı ve Eserleri hakkında konuşacağız. Kapsamlı bir arşiv taraması sonucunda hazırlanan kitap temmuz sonunda İnkılap Yayınları'ndan çıktı. Aramızda olduğunuz için çok teşekkürler sevgili Sosi, hoşgeldiniz. 

Sosi Antikacıoğlu: Hoşbulduk. 

Aylin Vartanyan: Bugün sevgili Sosi'yle bu programı yapıyor olmaktan çok mutluyum. Sosi'nin hem kişisel hem de profesyonel hayatımda değeri biriciktir. Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olduğum yıllarda zor zamanlarımda hem mentor hem yol gösterici hem de Ermenilik ve kadınlık üzerine her zaman başvurabileceğim sohbetleriyle beni zenginleştiren bir kişi olarak varlığın çok değerli. Sosi Antikacıoğlu gazeteci, yazar bir babanın ve piyanist bir annenin kızı olarak İstanbul'da doğdu. Ermeni ilkokulundan sonra ortaokul ve liseyi Amerikan Kız Koleji'nde (Robert Kolej) okudu. 1970’te Robert Kolej Yüksekokulu, yani bugünkü adıyla Boğaziçi Üniversitesi'nde karşılaştırmalı edebiyat bölümünden mezun oldu. 1970’ten itibaren hayatının büyük bir kısmını bu kurum altında geçirdiğini söyleyebiliriz. Öğrencilik yıllarını geçirdiği Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doktorasını bitirdikten sonra 37 yıl boyunca Boğaziçi Üniversitesi'nin Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde dersler verdi. 2010’a kadar olan araştırmalarını Batı edebiyatı konusunda yaptı ve İngilizce yayımladı. Şiir üzerine yazdığı The Modern and Contemporary Sonnet in English [İngilizce’de Modern ve Çağdaş Sone] kitabı derslerde okutuldu. Kendisini dinleyen eski öğrencileri şiir tartıştıkları günleri heyecanla hatırlar. Daha sonra Ermeni edebiyatına yöneldi ve yazı dili olarak Türkçe'yi kullandı. Geçmişimden Sesler ve Renkler başlığı altında yazdığı 150 yıllık aile hikâyesini 2018’de okurlarla buluşturdu. 2021’de Ben O Çiçek Açmış Erik Ağacıyım başlığıyla Zahrad şiirlerinin çevirilerini yayımladı. Şu anda üniversiteden emekli, araştırmacı ve yazar olarak makaleler kaleme almakta ve kitap projeleri üzerine çalışmaktadır. 

M.A.: Sosi, Aylin’in bu anlattıklarını dinledikten sonra Zabel Yesayan hakkında kitap yazması gereken insanların başında geldiğinizi düşündüm ve kitabınızı okuduktan sonra bu düşüncede ne kadar haklı olduğumu hissettim. Bu kitabı yazmak için bütün birikiminize ek olarak 35 tane birincil, 48 tane ikincil kaynak taradınız ve Zabel Yesayan’ın otuz eserini yakın okumayla incelediniz. Bu kitap Zabel Yesayan’a 144. doğum günü armağanı oldu. Aynı zamanda Türkiye kadın tarihi için de son derece önemli bir kaynak oluşturdunuz. Kadın tarihi çalışmaları iğneyle kuyu kazmak gibi bir şey. Siz bu kitap üstünde kaç yıl ve nasıl çalıştınız? 

S.A.: Çok teşekkür ederim. Kitabı kaleme almak üç yıl kadar sürdü. Fakat hazırlık, işin olgunlaşması on yıldan fazla sürmüştür. Başta kitap yazmak üzere yola çıkmadım. 2000’lerin başında Türkiye'de Ermeni kültürüne bir ilgi başlamıştı. Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada Zabel Yesayan keşfedilmeye başlamıştı. Ben 2000’lerin başında Zabel Yesayan’ın kim olduğunu bildim. Öncesinde sadece hayal meyal ismini biliyordum. Bir iki kitabını okuyayım diye başladım. O yıllarda zaten kitap yazacak vaktim yoktu, Boğaziçi'nde tam zamanlı hoca olarak çalışıyordum. Ama Ermeni kültürüne merakın arttığı bir ortam geliştiği için Boğaziçi Üniversitesi'nde bir iki konferansta Zabel üstüne bir şeyler yapmaya başladım. Kabul edilir mi edilmez mi derken kabul edildi. Bunlardan en önemlisi Türkiye'nin farklı etnik gruplarının edebiyatları hakkında yaptığımız dört kişilik paneldi. Ben Ermeni edebiyatını üstlendim. Amerika'ya gittik, o zaman elimde Zabel'in iki eseri vardı: Son Kadeh ve Meliha Nuri Hanım. Onlarda Zabel’in Türk karakterleri nasıl yarattığının analizini yapmıştım. Benim için ilginçti çünkü Zabel o topraklarda bir öteki. Yani ötekinin kendi ötekisine nasıl baktığıyla ilgili bir şey. Dönüşte bölümdekiler, “Hadi bize de anlat.” dediler. Böyle küçük küçük Zabel aktiviteleri başladı. Sonra ben biraz daha derine gitmek istedim ama ortada hâlâ bir kitap projesi yoktu. Kitaplarını çok rahat bulacağıma emindim çünkü 19. yüzyılın sonlarında çok fazla Ermeni olduğu için, Boğaziçi’nin Robert Kolej günlerinden kalma çok iyi bir eski Ermeni kitaplar bölümü vardı. Ben o zaman Ermenice okumazdım, hep Batı'ya yöneliktim ama dedem için alırdım. Bütün kitaplar orada, sırtım yere gelmez diye kütüphaneye gittim ki ne göreyim, tek bir kitap kalmamış. Ben mi bulamıyorum diye deliye döndüm. O yıllarda arkadaşım Ayşe Soysal rektördü, ona söyledim. O bir araştırmaya girişti ve ortaya çıktı ki okul 1971’de Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşürken o kitaplar çıkarılmış ve çoğu telef olmuş. Ben kaldım kitapsız! Sahaflardan bir iki tane buldum, Amerika, Fransa, Beyrut derken bütün dünyadaki dostlarımı seferber ettim. Hatta sonradan, Finding Zabel Yesayan belgeselini yapan Talin Suciyan -sağ olsun- bana Zabel Yesayan’nın dört beş eserini içeren iki ciltlik kitabını hediye etti. Hayatımda aldığım en güzel hediyelerden biridir. Böyle başladım. Ondan sonra illa onu da okuyacağım, bunu da okuyacağım diye bir hırs bürüdü gözümü fakat zamanla aranan kitaplar bulunamadı. Fotokopi şeklinde sayfa sayfa fotoğrafları çekildi. Gururla söyleyebilirim ki bütün önemli eserlerini bu yolla okuyabildim. Sonrasındaki o on yılda tam ne zaman kitap yazmaya karar verdiğimi ben de hatırlamıyorum ama yavaş yavaş gelişen bir süreçti.

Tanıtım afişi

“Zabel'le o kadar yıldır birlikte yaşıyorum ki ona artık Yesayan diyemiyorum”

A.V.: Evet, gerçekten meşakkatli bir süreçmiş.

S.A.: Yazmak çok keyifliydi benim için. Tabii o on yıl boyunca yavaş yavaş okuduğum kitapları düşünürsek, o şekilde kitap yazılmaz; hepsinin ikincil kaynaklarla tekrar okunması gerekir. Pandeminin başlarından itibaren üç yılda güzel güzel oturup yazdım. O bakımdan çok iyi oldu, pandemiyi de rahat geçirdim. Sonra yayınevinde bir sene sırasını bekledi fakat istediğim bir yerden çıktı. Mutluyum. 

A.V.: Yazma sürecinde Ermenistan'da da bir süre geçirdin diye biliyorum. Ermenistan'da bir edebiyat müzesi var ve bildiğim kadarıyla bu müzede Zabel Yesayan’a ait monografiler, kitapların yanısıra yazara ait objeler de var. Bu ortam sana nasıl ilham verdi? Sadece yazdıklarıyla değil, geride bıraktıklarıyla birlikte bu atmosferin içinde yazmak nasıl bir deneyimdi? 

S.A.: Sıra objelere kadar gelmedi çünkü o kadar çok evrak var ki, inanılır gibi değil. Çok üretken bir yazar ve kızı sağ olsun bütün o yasaklı devirlerde bile annesinin her bir kağıdını saklamış. Onun için binlerce sayfa var. Fakat benim özellikle aradığım mektuplar vardı. Mesela 850 sayfalık Barba Khachik’in el yazması bir iki değişik nüshası var. Fakat onlar o zaman beni bu kadar ilgilendirmiyordu, yayımlanmamış mektuplarının peşindeydim ben çünkü çok uzun ve detaylı mektuplar yazıyor. Oradan hayatı hakkında çok şey öğreniyorum. İstediğim mektupları buldum. Müze de çok etkileyici bir yer, inanılmaz düzenli ve çalışanları çok bilgili. Bütün o binlerce sayfayı kategorilere, yıllara, aylara ayırmışlar. Bir müdür vardı, sanıyorum bana yardımcı olmaları çalışanlara talimat verdi, bir kadın benimle ilgilendi ve ne istediysem on dakika sonra dosya içinde masama geldi. Bir de o dosyaları görünce biraz içim ezildi çünkü bizim bu kırtasiyecilerde en önemsiz işlerimiz için bile güzel, hoş dosyalar alırız ya, orada öyle bir şey yok. Buruşuk kağıtları zarf haline getirmişler. Yani belli ki yokluk içinde çalışılmış. O beni gerçekten çok etkiledi.

A.V.: Bu anlattıklarınız, özellikle oradaki deneyimleriniz bizi de çok etkiliyor sevgili Sosi. Bu geçen süre içinde Zabel’i gerçekten çok yakından tanıdınız. Onu kendi deyiminizle “döneminin sıra dışı bir kadını” olarak tanımlıyorsunuz. Zabel'i sıra dışı yapan neydi? Kimleri örnek aldı? Kimlerden beslendi? Nasıl bir ev ortamında ya da entelektüel ortamda büyüdü? Bu konuları sizden duymak isteriz. 

S.A.: Sağ olun. Zabel'le o kadar yıldır birlikte yaşıyorum ki ona artık Yesayan diyemiyorum, farkındaysanız hep Zabel diye bahsediyorum. 

Zabel’i Zabel yapan neydi? Zekası çalışkanlığı, üretkenliği, yeteneği, idealizmi, cesareti… Bütün bu olguları bugün bile bir kadında toplasanız yine olağanüstü olur. Bir de o zamanı, ataerkil Ermeni toplumunu düşünün, bu coğrafyanın en tehlikeli zamanlarında, Ermeni milletinin en acılı zamanlarında yaşamış ve bunları korkmadan yazabilmiş. Yani olağanüstünün ötesinde biri. Nasıl böyle biri haline gelebilmiş? Bence böyle doğmuş. Buna paye vermek lazım, iki yaşındayken babası bir gün yeğenlerine bir şiir ezberletiyormuş, şiiri iki üç kere tekrarlattırdıktan sonra iki üç yaşındaki Zabel peltek peltek bütün şiiri baştan sona söylemiş. Yani böyle bir zekası, hafızası var. Babasının hayatında çok büyük bir tesiri var, annesinin yok. Annesi sinir hastası ve hayatında hiç yok gibi bir şey. Teyzeleri, dayıları var; onlarla da çok yakın ilişkisi olmamış. İyi ilişkileri olmuş ama onu etkilemiş diyemeyeceğim. Onların onu etkileyecek kadar bir birikimleri yok zaten. Fakat babası çok açık fikirli. Fikirleri zamanına göre beni hayretler içinde bırakıyor. Örneğin kızının 17 yaşında yurtdışına eğitime gitmesini istiyor. Benim babam da çok moderndi ama 17 yaşımda beni yurtdışında göndermezdi. O, kızını on yedi yaşında yurtdışına gönderiyor, yazılarıyla ilgileniyor. Bir de babası feminist. Kızının feminizm üzerine yazmasını istiyor. Zabel'in küçük yaşlardan beri bu konularda fikirleri var ama pek de emin değil. Babasını da memnun etmek istediği için kadınlar hakkında, feminizm hakkında bir şeyler yazıyor ama sonra o konuda farklı fikirler geliştiriyor. Yani en kuvvetli etki babadan. Babasından sonra iki tane hocası geliyor. Arşak Çobanyan, Ermeni edebiyat tarihi için çok önemli biri. Aslında erken bir tarihte Fransa'ya göç ediyor, Paris'te yaşıyor. Orada Ermenileri ve Fransızları birbiriyle kaynaştırmaya, onlara Ermeni kültürünü anlatmaya çalışıyor. Zabel Paris'e gittiğinde onu kanatlarının altına alıyor. Arşak Çobanyan hayatı boyunca ona sahip çıkmış, dostluk yapmış ki artık yaşlı bir adam olmasına rağmen Zabel, Ermenistan'a giderken veda partisini de Arşak Çobanyan örgütlüyor. 

Diğer hocası da Ermeni edebiyatı tarihi için önemli bir taşra yazarı Melkon Gürciyan. Gürciyan, Zabel’i sade yazması için teşvik ediyor. Zaten Zabel içgüdüsel olarak çok sade kompozisyonlar yazıyor ve bazı hocaları bu kompozisyonları beğenmiyorlar. Gürciyan ve babası el ele vererek Zabel’in o sadelikten şaşmaması için gayret gösteriyorlar çünkü o günlerde Ermeni kadın edebiyatı diye bir şey var ve çok süslü ama içi boş. Hatta babasıyla Melkon Gürciyan bunu “Konstantinopolis hafiflikleri” diye tanımlıyorlar, çünkü İstanbulluların hafifliği, Anadolu'nun çektiği yük diye edebî bir algı var. Bu iki ismin üzerinde büyük etkisi oluyor. 

Sonra bir pedagog var, Kayane Matakyan. Bu kadının Pera'da bir salonu var. Matakyan’ın kendisi değil ama salonunda Zabel’i çok etkileyen insanlar bulunuyor. Zabel 14 yaşındayken bu salona gitmeye başlıyor. Tabii 14 yaşında bir çocuğun salon kültürüne dahil olması inanılır gibi değil ama Matakyan onu çok beğeniyor ve davet ediyor. Zabel koskoca adamların birbirleriyle iletişimlerini o kadar dikkatli, gözleri fal taşı gibi dinliyor ki, o adamlar bir zaman sonra birbirleriyle değil Zabel'e hitaben konuşmaya başlıyor. Öyle bir ortam var. Orada, sonradan evleneceği Dikran Yesayan’ı tanıyor. Dikran Yesayan çok değerli bir eski eser uzman, iyi bir ressam, heykeltıraş; çok bilgili, yedi sekiz dil biliyor. Fakat Zabel’le evlilikleri başarılı olmuyor. Birbirlerini sevip sayıyorlar fakat Dikran çok pasif ve içe dönük bir adam. Zabel’in tam tersi. Zabel, Dikran’dan sanat konusunda çok şey öğreniyor ve Paris'te sanat çevrelerinde kendisine yer buluyor. Hayatının sonlarına doğru Ermenistan'da ders verirken bir öğrencisinin yazdığı makaleden bu konuda ne kadar bilgili olduğunu öğreniyoruz. Zabel'i etkileyen Sırpuhi Düsap var, sanıyorum 1860’ta ilk Ermenice romanı yazan kadın. O da Batı Ermeni edebiyatı için önemli. Güzel bir dili var, romantik çizgide. Çok büyük bir edebi yetenek değil ama çok cesaretli bir kadın, bir feminist. Bir de Paris'e gittikten sonra etkilendikleri isimler var. Balzac hayranı. Paris'e gidince bir süre yazmıyor ve hep çalışıyor, okuyor, kendini yetiştirmeye uğraşıyor. Balzac ve Dostoyevski, hayran olduğu iki büyük yazar. 

Unutturulmuş bir yazar olarak Zabel Yesayan

A.V.: Yine seni dinlerken ve onu etkileyen insanları, üretkenliğini düşünürken Zabel sanki birkaç kişinin hayatını yaşamış gibi geliyor bana. Senin de söylediğin gibi müthiş üretken bir yazar. Ayrıca kelimenin tam anlamıyla hayatta kalmak için yazan bir kadın. Yazılarıyla ailesini geçindirdiği gibi politik görüşünü, kadın olarak öznelliğini, dışa vurabildiği yıkımı, her türlü haksızlığı, ezme pratiklerini, tanıklıkları yazıya geçirebildiği müddetçe nefes alan bir yazar ve yazılarında da müthiş bir çeşitlilik var. Sen de kitabında bu farklı kategorileri okurlara detaylı bir şekilde sunuyorsun. Yazarak, dinleyerek, dolaşarak öznelliğini kuran Zabel Yesayan hakkında başka neler söyleyebilirsin? Bütün bu üretkenliğine rağmen kendisi için “unutturulmuş bir kadın yazardı,” diyorsun Bu kadar üretkenliğine rağmen sence neden unutturuldu? 

S.A.: Zabel için “olağanüstü bir kadın” demekten başka ne diyebilirim? Buna bir şey daha ilave edemem. Zabel’in yazılarında inanılmaz bir çeşitlilik var. Ben tüm önemli eserlerini topladım fakat eski dergilerde kalmış, daha gün yüzüne çıkmamış yüzlerce makalesi var. Bir kısmı kaybolmuş tabii ama belki bazıları yavaş yavaş bulunur. Özellikle gençlik yıllarında çok öykü yazmış. Para gerektikçe öykü yazıp satmış. O öyküler de bir yerlerden çıkacak. Paraya ihtiyacı oluyor çünkü kocası adam akıllı para kazanmıyor. Çocuklarına da Zabel bakıyor. Başka ülkelerden Paris'e kocasına para yolluyor. Annesiyle babasını da o geçindiriyor ve bunların hepsini yazarak yapıyor. Bir keresinde çok da bilgili bir insandan, “Zabel Yesayan da hep kaç para verileceğini sorarmış, hiç hoş değil” gibi bir eleştiri duydum. Mecbur sormaya yoksa aç kalacak!

Bu eser çeşitliliğinden dolayı, ben okuyucuya kolaylık sağlamak adına hem biyografiyi ayrı verdim hem de eserlerini kategorilere ayırdım. Şimdi ilginç geri dönüşler alıyorum. Edebiyatçılar ilk önce eserler kısmını okumuşlar, başkaları önce biyografiyi okumuş, kadın sorunlarıyla ilgilenenler başta kadın eserlerini okumuşlar. Bu da tam benim istediğim bir şeydi. Yani kitap bir el kitabı olarak bu şekilde de kullanılabilir. Baştan sona dümdüz okunması şart değil.

Unutturulma konusu ilginç, ama yeniden keşfedilmesi daha da ilginç. Bir defa Ermenistan'da Stalin zamanı işkencelerle öldürülüyor. Uzun süre lafını bile etmeye korkuyorlar. Torununun bir röportajına göre insanlar yıllarca adını ağzına almaktan korkmuşlar. Ayrıca Zabel, Batı Ermenice lehçesinde yazıyor. Zaten Ermenistan'da çok fazla okunamıyor. Ermenistan'da son yazdığı makaleleri doğu lehçesinde yazmaya çalışıyor ama ancak “çalışıyor”, becerebildiği kadar. Bir öğrencisi, “Derslerde Doğu ve Batı karışımı çok hoş bir dili vardı.” diyor ama Doğu Ermenicesi sadece Doğu Ermenistan, Rusya ve İran'da; Batı Ermenicesi bütün eski Osmanlı topraklarında kullanılır. Birbirlerinden söz dizimi, biçimbilim ve sözcük dağarcığı açısından çok farklılar. Dilbilimci arkadaşım Sumru Özsoy'un söylediğine göre en büyük farklılık gösteren lehçelerden biri Ermenice'de varmış. Şöyle düşünün, Azerice okumaya kalktığınızda ne kadar zorluk çekersiniz? Ben Zabel’i araştırırken mecburen Doğu Ermenicesi okudum, canım çıktı. Keyif için niye okusun ki insanlar? Bu korkulardan dolayı yaşamayı seçmiş olduğu son ülke, Ermenistan'da unutturulmuş. Batı'da diasporadaysa -Fransa ve Avrupa'da- 20. yüzyılda Ermeni Devrimci Federasyonu kuvvetli. Bunlar Taşnak Sütyun denilen milliyetçi Ermeniler. Zabel onlara tamamen karşı. Gençliğinde kısa bir müddet sempatizan olmuş, onlar sosyalist fikirlerden uzaklaşınca hemen ayrılmış ve en sonunda Ermenistan'dayken verdiği konferanslarda onlardan “o faşistler” diye bahsediyor. Avrupa'da komünist olduğu için unutturmuşlar. İstanbul'a gelince, 20. yüzyılın ortalarında komünist bir Ermeni yazarı düşünebiliyor musunuz, olacak iş değil! Benim ebeveynlerimin komünizmden ödleri patlardı. Hâliyle unutturulmuş. Fakat tabii antolojilerden de tamamen silinememiş önemli bir isim. Komiktir, antolojilerde birkaç satırda hep aynı iki hikâyesini görürüz. Çok genç yaşında, daha Yesayan bile olmadan, babasının Hovanisyan soyadıyla imzaladığı son derece oryantalist ve romantik çizgili Aşık ve Yaşmak başlıklı iki hikâyesine yer verirler. 20. yüzyılın sonu, 21. yüzyılda uyanışa geçildiği dönem için ayrı bir çalışma yapmak lazım çünkü hakikaten bir mucize. 

A.V.: Bugün Hikâyenin Her Hâli programında bir mucize hakkında konuşuyoruz. Sosi Antikacıoğlu’ndan son kitabı Zabel Yasayan: Yaşamı ve Eserleri’nde yazmadığı detayları öğreniyoruz. 

Zabel'in anadilinin Batı Ermenicesi olduğunu söylediniz. Tıpkı Hemşince gibi Batı Ermenicesi günümüzde kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerden biri. Ama ne şanslıyız ki sanatçılarımız var ve bu sanatçılar bu dilleri sanatlarında kullanarak bize taşıyorlar. Bunlardan iki tanesi Ayşenur Kolivar ve Sibil, şarkılarını kaybolmaya yüz tutan bu iki dilde, Batı Ermenice'si ve Hemşince olarak söylüyorlar, Türkiye'de bunu yaparak anadil kültürünü besliyorlar. Onlara sonsuz şükran duyuyoruz. Şimdi Ayşenur Kolivar ve Sibil'den iki dilde Lusi Hadig, yani “ışık tanesi” parçasını dinleyeceğiz. Bu parçayı hiçbir dil yok olmasın dileğiyle dinleyeceğiz fakat dinlemeden önce Ermenice ve Hemşince bilmeyenlere şarkının Türkçeye çevrilmiş birkaç dizesini aktarmak istiyorum: 

Su toprağa, dere denize kavuştu
Gün aydınlandı, filiz çiçeğe durdu
Gündüz ve gece de umut yeşerdi
Taneler ümitle filizlendi
Elimi tut, Vartavar'da şarkılar söyleyelim. 

“Acıyı o kadar içselleştirmişti ki, tüm bedeninde hissediyordu”

Zabel Yesayan, Türkçe'ye çevrilmiş ve Türkiyeli okuyucusunun da çok iyi tanıdığı Yıkıntılar Arasında eserinde şiddet içeren bir tarihin tanıklığını yapıyor. 1889’da Adana'daki Ermeni katliamından bir buçuk yıl sonra, 1911’de yazdığı bir kitap. Mark Nişanyan, bu metnin bir yas metni olduğunu ve yazarın bu metni bedeniyle yazdığını söyler. Metni orijinalinden de okuyan biri olarak kayıplara, yıkıma, adaletsizliğe ve anlam verilmesi mümkün olmayan bir acıya tanıklık eden Zabel Yesayan’ın bedeniyle yazması konusunda neler söylemek istersin? 

S.A.: Mark Nişanyan değerli bir felsefeci, özellikle de yas ve felaket metinlerine odaklanıyor. Yesayan tanıklıklarından Yıkıntılar Arasında ve bir milletin can çekişmesi hakkında kapsamlı çalışmaları var, kitabımda bunlara değiniyorum. Beden kavramına gelince, değişik disiplinler tarafından değişik anlamlarda kullanılabilir, yoruma açık bir deyiş. Edebiyatçı bakış açısından ben bu kullanımı “Acıyı o kadar içselleştirmişti ki, tüm bedeninde hissediyordu.” şeklinde algılıyorum ama Nişanyan başka türlü algılıyor olabilir. 

M.A.: Zabel için “barış aktivisti” tanımını kullanabilir miyiz? Arşiv araştırmalarınızda siz nasıl gözlemler yaptınız?

S.A.: Çok güzel kullanabiliriz, şahane bir tanım olur çünkü Zabel bence tam bir barış ve eşitlik aktivisti. Bu arada söz savaş ve barıştan açılınca bir konuya değinmeden edemeyeceğim; bugün bütün dünyayı ilgilendiren büyük bir sorun olan savaşın neden olduğu göçmen sorununa Zabel ciddi bir şekilde odaklanıyor. Yüz yıl evvel bu konuyla pek ilgilenilmezken bununla ilgileniyor ve bunun ne kadar ciddi bir sorun olduğunu birkaç eserinde anlatıyor. Bu beni çok etkilemişti.

A.V.: Zabel’in eserlerini kesinlikle o bakış açısını kaybetmeden okumak lazım. O hassasiyetini ve kırılgan topluluklara açtığı özel alanı hatırlattığınız için teşekkür ediyoruz. 

Diğer soruda Zabel Yesayan’ın farklı bir özelliğine değinelim; takip ettiğim literatürde yazarın feministliği etrafında dönen bir tartışma hep oldu. Çünkü kendisi “Ben aslında feminist değilim.” diyor. Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal, Zabel Yesayan’ı Bir Adalet Feryadı’nda “kendine ait bir feminist” olarak tanımlamıştı. Biz bugün kesişimsellik tartışmaları yapıyoruz, fakat Zabel Yesayan eserlerini yazdığında kesişimsellik yaklaşımı yoktu. Zabel kesişimselliğe de önem veren bir yazar ve Ermeni cemaatinde kamusal görünürlüğü olan bir kadın. Sen Yesayan’ın itaatkar olmayan, yerleşik normları sorgulayan, varoluşunu en iyi temsil eden kadın karakterlerini hangi kitaplarda görebildin? 

“Kendisine ait bir feminist” 

S.A.: İlk önce feminizm konusundan başlayayım. Lerna Ekmekçioğlu’yla Melissa Bilal 2000’lerin başında feminizm çalışmalarına başladıklarında Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrenciydiler. Lerna benim dersimi alıyordu. Hatta ilk dersten dikkatimi çekmişti çünkü elini kaldırıp, “Ben sizinle aynı fikirde değilim.” demişti. Çok hoşuma gitmişti. Nihayet özgür düşünen bir öğrenci diye düşünmüştüm. Hakikaten de sonuna kadar hep öyle oldu. Kendisi sosyoloji öğrencisiydi, benim dersimi almaya da mecbur değildi. Benimki de bayağı ağır bir dersti, almak cesaret isterdi. Melissa onun arkadaşıydı. Beraber odama gelirlerdi. İkisi de Getronagan Ermeni Lisesi mezunuydu, yani Ermeni edebiyatını benden daha iyi biliyorlardı. Bu kadınlarla ilgili bir çalışma yaptıklarını bana anlattılar, desteğimi istediler ve aslında benim Yesayan serüvenim böyle başladı. Bu kitabı belki bir anlamda onlara borçluyum çünkü benim de farklı bir konuya yönelme vaktim gelmişti. Onlardan öğrendiğim üzere ilk aktivitelerini sonradan kitap haline getirmişler. Derledikleri bu kitap beş Ermeni feminist kadın hakkındaydı. Ama bir sorun vardı; yarım kalmış otobiyografisinde de, başka yerlerde de Yesayan, “Ben feminist değilim.” diyor. O, tüm insanlar eşit olduğunda zaten kadın ve erkeğin de eşit olacağına inanıyor. Ama hayatını en inanmış feministten daha özgür yaşıyor. Bence Lerna ve Melissa, kitaplarına bu istekle bir makale dahil ederek çok iyi bir formül buldular: “Kendisine ait bir feminist.” Böylece hem Zabel'in “feminist değilim” sözüne karşı çıkmış olmuyorlar hem de onu kitaplarına alabiliyorlar ki böyle bir kitapta Zabel'in olmaması büyük bir kayıp olurdu. 

Kadın karakterler üzerine sorduğun soruya gelirsek, Zabel'in kurguladığı, toplum baskısına isyan eden iki tür kadın var: Birincisi, için için isyan ediyor. Mutsuz oluyor ama harekete geçemiyor ve neticede toplumun kurallarına baş eğiyor; sorguluyor ama harekete geçemiyor. Bunlar Sıkıntılı Saatler, Son Kadeh gibi onun ünlü psikolojik romanlarındaki kadın karakterler ve Zabel'le hiçbir benzerlikleri yok. Bir de kendisi gibi sorgulayan ve harekete geçen kadınlar var. İlk aklıma gelen Ateşten Gömlek romanındaki Nunig. Fakir bir kadın kapitalist düzeni sorguluyor, etrafına insanları topluyor, başkaldırıyı örgütlüyor. Başta başarılı oluyor ama kapitalist düzen altında eziliyor. 

M.A.: Zabel'in feminizmi hakkında saatlerce konuşabiliriz. Çünkü çok özel bir feminizm anlayışı var. Teorik değil ama uygulamalı bir feminist. Bu da teorik feminist olmaktan çok daha önemli bir konu. 
Kitabınızdan, Zabel’in yazar olarak üretkenliğine ek olarak sosyal faaliyetlerinin de çok yoğun olduğunu öğreniyoruz. Bu çok ilgi çekici çünkü hayatı boyunca çok yer değiştirmiş bir kadın ve bu arada da yazmış, üretmiş, aktif politika yapmış. Bu politik aktifliği çerçevesinde dernekler kurmuş veya buralara üye olmuş. Bu konudan biraz bahsedebilir misiniz? 

S.A.: Zabel’in kurduğu veya üyesi olduğu dernekler daha çok gençlik yıllarında. Zaten İstanbul'dan giderken on yedi yaşında. İstanbul'da herhangi bir şeye dahil olmasına imkân yok. Paris'te Polonyalı ünlü feminist Maria Czaplicka'nın kurduğu derneğe üye oluyor fakat nedense kısa zaman sonra o dernekten çıkıyor. Fakat Maria Czaplicka'yla ahbaplığı hep sürüyor. Birçok Fransız edebî gruba üye. Fakat bunları kitabıma almadım çünkü bizim okuyucular için sıkıcı olacağını düşündüm. Belki Fransız okuyucular onlarla ilgilenirdi ama Paris'te yaşadığı ilk yedi yılda Fransız edebiyatıyla ilgili bir sürü üye olduğu dernek var. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra İstanbul'a geldiğinde Hasan Fehmi'nin Fransız eşiyle Fransız ve Osmanlı Kadınları Barış Örgütü gibi bir şey kuruyor fakat o da kuruluşundan çok kısa bir zaman sonra dağılıyor. Bütçe konusunda anlaşamıyorlar. Ondan sonra üyesi olduğu öyle çok bir şey yok. Tek başına. Zaten bir o ülkede, bir bu bir ülkede… İnsanları etrafında bir grup içine toplamaya çalıştığında bazen antipati de topluyor çünkü o kadar “hadi hadi, harekete geçin” diyen bir kadın ki… Mesela 1915’ten sonra Bulgaristan'da rastladığı oldukça değerli bir yazar, Zabel aleyhinde “Yapılacak hiçbir şey yoktu, ‘hadi bir şeyler yapalım’ diye üstümüze baygınlık getirdi.” gibi bir şey yazmış. Yani bir grup içinde çalışmaya çok uygun da değil. Tek başına çalışır. Grupça yetimleri kurtarma eylemlerine dair herhangi olumsuz bir şey duymadım. Oraları iyi örgütlüyordu. Zannediyorum insanlar onun liderliğinden memnundu ama daha ileri yaşlarında başka bir feminist grup veya örgüte üyeliğine rastlamadım. 

Sovyet Ermenistanı’nda yayımlanan ilk Yesayan monografisi

M.A.: Kitabınızda Yesayan hakkında ilk monografinin 1965’te Sovyet Ermenistanı'nda Doğu Ermenice lehçesiyle yazıldığını ama bazı eksikleri olduğunu belirtiyorsunuz. Bu iki monografinin arasındaki fark nedir? 

S.A.: Sevak Arzumanyan’ınki 1965’te Sovyetler'de son derece Sovyet gözlüğünden bakan, işine geleni alıp gelmeyeni almadığı biraz eski moda bir monografi. Zaten çok fazla da okunmamış. Şu anda dünyada bir ya da iki tane var galiba. Ermenistan'daki kütüphaneden zar zor, ancak bir fotokopisini bulabildim. Doğu Ermenice lehçesinde ama yine de çok okunmamış. Ben zorlanarak okudum. Şu anda çok yol gösterici değil. Benimki daha iyi desem ayıp olacak şimdi ama onunki kapsamlı değil.

A.V.: Gerçekten sizin monografiniz okurlar için müthiş bir kaynak. Bu çok değerli kadını tanımak için de müthiş bir fırsat. Merakı olanlara bu kitabı hararetle tavsiye ediyoruz. Zabel'i tanımak insanın hayatını değiştirecek, dönüştürecek bir şey diye de düşünüyoruz. 

Zabel Yesayan üniversite eğitimi almış ilk Osmanlı Ermeni kadını aynı zamanda. Bu konuda neler söylemek istersin? Babası müthiş bir öngörü ve içgörüye sahip bir adam ve Zabel Yesayan’a bu yolları açması çok değerli. Fakat bu bize ne söylüyor? Üniversite eğitimi alması yazılarına nasıl yansıdı, onu nasıl etkiledi? 

S.A.: Surp Haç Lisesi’ni bitirdikten sonra Zabel'in gideceği bir okul yoktu. O zaman daha Ermeni lisesi yok. Ortaokuldan sonra üniversiteye devam edenler olabiliyor. Geçişler bugünkü gibi çok kesin değil fakat bir defa Osmanlı'da kadınlar üniversiteye gidemiyor. Bir Ermeni lisesi yok. Bir ara Rum lisesine göndermeyi düşünmüşler ki sonra çok pişman oluyor Zabel, “Keşke gidip eski Yunanca öğrenseydim.” diyor. Tabii burada o zamanlar Amerikan Kız Koleji, Notre Dame de Sion gibi harika misyoner okulları var. Onların hiçbiri söz konusu olmuyor. Aile misyonerlere karşı. Zabel de öyle. Herhalde bundan dolayı babası Mıgırdiç’in düşündüğü tek çare yurtdışına çıkması. Zaten Zabel, Abdülhamid zamanı biraz da dikkatsiz konuşuyor. Babası, kızının tehlikeli olduğunu düşünüyor ve bir taşla iki kuş vurur gibi onu yurtdışına gönderiyor. 

M.A.: Ne kadar dolu bir yaşam! Saatlerce konuşabiliriz ama ne yazık ki bize ayrılan süre bitmek üzere. Kitabınızı büyük bir keyifle ve merakla, bazen şaşırarak ve tabii kaçınılmaz olarak hüzünle okudum. Emeklerinize sağlık. Devamının gelmesini diliyoruz, bekliyoruz. 

A.V.: Sosi’cim tekrar emeklerine sağlık. Programa katılarak sesinle ve güzel hikâyelerinle destek verdiğin için teşekkür ediyoruz. Kapanış için Beyrut’un Björk’ü olarak tanınan Eileen Khatchadourian'dan bir şarkı seçtik. Çok özel bir sesi var. Parçanın adı “Titernig”, yani kelebek. Bir hata ve açgözlülük sonucu kanadının tekini düşüren bir annenin kızına uyarı niteliğinde yazdığı bir şarkı bu. Zabel’in hikâyesiyle bilmiyorum ne kadar özdeşleşebilir ama Zabel bazen kanadı kırılmış bir kadın olarak da yazmaya, sesini çıkarmaya devam etmiş. Bize de ilham olmaya devam etsin.